Erol Kuntsal
İstanbul Boğazında sanki her yerin bir karşılığı vardır. Rumeli Hisarı ve Anadolu Hisarı, Rumeli Kavağı ve Anadolu Kavağı, Rumeli Feneri ve Anadolu Feneri gibi. Yıllar önce Rumeli Feneri’ni yazmış ve “Belki bir gün Anadolu Fenerini de yazarım” demiştim. Şimdi sıra ona ve yakınındaki Yoros Kalesine geldi.
Anadolu Feneri
Anadolu Feneri, Boğaz'ın Karadeniz'e açılan ucunda, Beykoz ilçesi sahilindeki küçük bir yarımadanın yüksek bir tepesinde. Tepede, 1768’de Sultan III. Mustafa zamanında yapılmış bir kale var ve Fener, kale duvarlarının içinde. Boğaz'a girecek gemilere rehberlik etmek için, yukarıya doğru daralan, beyaz taştan ve yuvarlak bir formda yapılmış. Deniz seviyesinden 75 metre yukarıdaki kulenin yüksekliği 20 metre. Merdivenleri ahşap. Boğaziçi’nin diğer kıyısındaki Rumeli Feneri’nden 2 deniz mili (3.704 metre) uzakta.
İlk fenerin yapıldığı tarih tam olarak bilinmiyor. 17. yüzyılda yapılmış haritalara göre 16. yüzyılın ikinci yarısı veya 17. yüzyılın ilk yarısında yapılmış. En net bilgi, 1755’de ahşap bir deniz feneri bulunduğu ve 1834'te günümüzdeki haline dönüştürüldüğü şeklinde. Katip Çelebi’nin 1648 tarihli bir haritasında işaretlenmiş. 1666 tarihli bir İtalyan haritasında, onarımda olduğu belirtilmiş.
Anadolu Feneri.
Kaynak: istanbulbeautiful.com
Fenerin çakma karakteri şöyle: 20 milden görülebiliyor, iki saniye ara ile 2 beyaz ışık gönderiyor ve ardından 18 saniye sönük kalıyor. Sonra aynı şekilde çalışmasını sürdürüyor. Denizciler böyle fenerlere ”karanlıklı” fener diyorlar. Yaydığı ışık güneybatı yönündeki 90 derecelik dilimde görülmüyor. O yönde görülmesine gerek yoktur, çünkü kara tarafıdır. Karadeniz’den Boğaz girişine gelen gemilere, 270 derecelik bir daire yayı genişliğinde ışık gönderiyor.
Fenerden ilk olarak 1755’de İstanbul'u ziyaret eden Fransız Mühendis Baron De Tott, daha sonra 1790’da İngiliz Doktor Olivier söz ediyor. 1793 tarihli İtalyan haritalarda görülüyor. 1830’da fenerlerin işletilmesi Tersane-i Amire’ye veriliyor.
Öncesinde ahşap olan fener, 1855 Kırım Savaşı nedeniyle, bu günkü deyimle koalisyon güçlerini oluşturan İngiliz ve Fransız gemilerinin Boğaz’a girişlerini sağlamak için bir Fransız mühendis tarafından inşa edildi ve bugün gördüğümüz hale geldi. 1856’da kule de inşa edildi ve Fransızlar tarafından işletilmeye başlandı. İşletme gelirinin %28'i Osmanlı Devleti’ne bırakıldı. Türkiye 1937’de, Fransızlara 500 bin lira vererek imtiyazları iptal etti.
Fener, bulunduğu köye de adını vermiş. Köyün kuruluş tarihi 1658. Beykoz’un önemli köylerinden biri olan Anadolu Feneri’nin kuruluşunun, deniz fenerini yakmak için gelen fenercilerin çevreye yerleşmesiyle başladığı düşünülüyor. Köy nüfusunun bir kısmı Kafkasya, diğer kısmı da Girit göçmenlerinden oluşmuş. Boğazdaki gezi teknelerinin genellikle son durağı olan Anadolu Kavağı adının, bir zamanlar burada yetişen kavak ağaçlarından geldiği de düşünülüyor.
Bölgedeki Deniz Kuvvetleri’ne ait radar Boğazı kontrol ediyor. 1980'lerin sonuna kadar askeri bölge içindeki Anadolu Feneri, köy halkının girişimleri ile bu statüden çıktı. Bundan önce, yolun Anadolu Kavağı ayırımındaki askerî kapıdan, sadece köyde yaşayanlar kartları ile girebiliyordu. Bu süreçte ormanlar ve doğal yaşam korundu. Kapının kaldırılmasından sonra çıkan büyük yangında, ardından üçüncü köprü çalışmalarında ormanın bir kısmı kaybedildi.
Anadolu Feneri, 16 Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal’in Bandırma Vapuru ile Boğaz’dan Karadeniz’e açılışına ve Samsun’a doğru yola çıkışına da tanıklık etmişti.
Yoros Kalesi
Stratejik önemi büyük olan bölgede önemli tarihi eserler de bulunuyor. Bunların başında Yoros Kalesi var. Bu kaleyi Boğaz gezilerinde hepimiz görmüşüzdür. Ama tarihini ve önemini pek bilmeyiz. Tarihi antik döneme kadar uzanan bölgedeki Roma-Bizans dönemine ait Kale, Karadeniz’e hakim ve 500 m yüksekliği olan bir tepenin üzerinde. Adını Yunanca “dağ” anlamına gelen “oros” tan veya Zeus’un sıfatı olan “iyi rüzgarlar” anlamına gelen “ourios” tan aldığı düşünülüyor.
Yoros Kalesi.
Kaynak: hürriyet.com.tr
Arkeolojik çalışmalarda kalenin 1261’de, İstanbul’un Latin işgalinden kurtulması sonrasında, Palaeolog Hanedanına mensup İmparator VIII. Mikail Palaeolog (1224-1282) (İmparatorluk dönemi 1261-1282) tarafından yaptırıldığı sonucuna varıldı. VIII. Mikail Palaolog ile başlayan dönem “Bizans’ın yeniden kuruluşu” olarak adlandırılır ve kendisi bir diplomasi dehası olarak anılır. Paleologlar, İstanbul’u Venedik ve Latinlerden oluşan haçlılardan geri aldıklarında, İstanbul Boğazı’nda egemenlik gerçekte Venedik ve Ceneviz deniz güçlerinin kontrolü altındaydı. İç duvarlardan birinin üstünde bir haç ve etrafında dört adet “b” harfi var. Bunun “Basileus” yani “İmparator” kelimesinin baş harfi ve hanedanın sembolü olduğu düşünülüyor.
En gösterişli yeri çifte kuleler. Kapladığı alan İstanbul’daki diğer bütün kalelerin kapladığı alandan daha fazla. Kapısı, 20 metre yükseklikte iki burç arasında. Çok önceleri, Boğazın Karadeniz'e açıldığı bu bölgede, belki de kalenin olduğu yerde, 12 Tanrı adına yapılmış bir mabet vardı. Bu durum, Kale tarihinin tek tanrılı dinlerden öncesine ait olduğunu düşündürüyor.
Efsaneye göre, Argonotlardan Jason, Altın Postu bulup Gürcistan’dan dönerken şükranlarını ifade etmek için burada bir sunak yaptırmış. Sunak zamanla tapınağa dönüşmüş ve antik Yunan’daki 12 tanrı ve tanrıçaya adanmış. Denizciler Karadeniz’e açılmadan önce burada durup Zeus’a adaklar adarlarmış. Geçen yüzyılda bulunan bazı antik mimari parçaların bu mabedin kalıntıları olduğu düşünülüyor.
Bizans bu kaleyi, Karadeniz girişinde kontrol ve vergi noktası olarak kullanmıştı. 1348'den itibaren Karadeniz ticaret yolunu ele geçiren Cenevizliler de 1352’den itibaren Boğaz’dan geçenlerden vergi almaya başladılar.
Âşık Paşazade, Yıldırım Bayezid'in 1391'de karayoluyla Kocaeli'nden büyük bir kuvvetle gelerek Ceneviz Kalesi adıyla bilinen kaleyi, ardından Yahşi Bey'i gönderip Şile Hisarı'nı teslim aldığını yazıyor. Kaleye yakın ormanlık bölgede, kalenin zaptı sırasında şehit düşenlerin mezarları olan bir şehitlik bulunuyordu. I. Bayezid, Kaleyi bir üs gibi kullandı. Ardından, Anadolu Hisarı'nı yaptırdı. Bu, İstanbul’un fetih hazırlıklarının en önemli adımlarından biridir.
Boğaz geçişi Türkler için kolay değildi. Orduları Boğazdan büyük Ceneviz gemileri ile karşıya geçirmek için büyük paralar harcadılar. 1399’da Mareşal Boucicaut yönetiminde bir Fransız-Ceneviz ortak donanması, Yıldırım Bayezid’in Anadolu’da bulunmasından faydalanarak Türk kuşatmasını aşıp İstanbul’a ulaşmayı ve yardım götürmeyi başardı. Türklerin elindeki Yoros Kalesi'ne saldırmaya cesaret edemedi, sadece kalenin eteğindeki köyü yakıp geri çekildi.
Boucicaut konusunda Halil İnalcık şunları yazmış: “Niğbolu’da esir düşmüş Mareşal Boucicaut, iki kalyon ve 1200 kişilik bir kuvvetle İstanbul’a hareket etti (26 Haziran 1399). Yolda kendisine Venedik, Cenova, Rodos ve Midilli’den başka kuvvetler katıldı. Haçlı donanması Tenedos’ta (Bozcaada) toplandı ve Boğaz’ı geçip İstanbul’a varmak için hareket etti. İstanbul’da sevinçle karşılandı. Haçlı kuvveti İstanbul etrafındaki Türk kuvvetlerini bertaraf edip İzmit üzerine yürüdü, sahilde Türklerin elindeki kasabalara saldırdı”.
1402'deki Ankara Savaşı'ndan sonra Yıldırım Bayezid'in oğullarından Çelebi Mehmet, kardeşi Musa'ya karşı harekâtı sırasında 1414'de Trakya'ya geçmek için, Bursa'dan gelip Yoros'da konakladı. Kalenin 1452’de Fatih ve daha sonra II. Mahmut tarafından tamir ettirildiği biliniyor.
Günümüzde, Rumeli Hisarı çok daha etkileyicidir. Ama öncesinde Yoros Kalesi onun iki katı büyüklüğüyle Boğazdaki en büyük kaleydi. İspanya kralının elçisi olarak Timur'a gönderilen Ruy Gonzales de Clavijo, Karadeniz'e açılırken gördüğü kalenin bakımlı olduğunu ve içinde bir Türk garnizonu bulunduğunu yazıyor. Osmanlı Devleti'nin kıyı kalelerini tamir ettiren veya yenilerini yaptıran II. Bayezid’in burayı da tamir ettirdiği ve içine bir cami yaptırdığı biliniyor. Sonraları kale dizdarı Mehmet Ağa da bir hamam inşa ettirdi.
Alman seyyah Brettenli Heberer 1580'de İstanbul'a geldiğinde kalenin iyi durumda olduğunu gördü ve seyahatnamesine bir gravürünü koydu. Ermeni yazar İnciciyan, 18. yüzyılın sonlarında Yoros Kalesi içinde 25 evlik bir Türk mahallesi olduğunu, muhafız olarak 20 kişilik bir müfrezenin bulunduğunu bildiriyor.
19. yüzyılda bir kez daha terk edilen kalenin en güçlü kısmı doğuya, yani Anadolu'ya bakan tarafıdır. Bu da Boğaz girişini kontrol etmek kadar, kara tarafından gelecek tehlikeyi de karşılamak için tasarlandığını gösteriyor. Kale duvarlarının kıyıya kadar indiği, en azından bir iskelesi ve iskeleyi koruyan bir burcu olduğu düşünülüyor. Burada hangi döneme ait olduğu anlaşılamayan bir fenerin bulunduğu, İrlandalı yazar Robert Walsh'ın kitabında bulunan İngiliz mimar ve ressam Thomas Allom tarafından yapılmış aşağıdaki gravürde görülüyor.
Thomas Allow’un 1838 tarihli gravürü. Gravür sonradan renklendirilmiştir.
Yoros Kalesi’nde, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve İstanbul Üniversitesi iş birliği ile 2010’da arkeolojik kazılar başlatıldı ve çok sayıda tarihi eser bulundu. Kazılarda bulunan ve kalenin deposunda tutulan 661 eser, 2 Şubat 2015 günü çalındı. Ancak hırsızlar da eserler de bulunamadı. Bakanlık internet sitesinde eserlerin fotoğraflarını paylaşarak koleksiyoncuları uyardı. Soygunun nasıl olduğu ve içeriden yardım alınıp alınmadığı belirlenemedi. Kazı başkanı, kalenin İstanbul tarihi için çok önemli olduğunu ve restorasyonun yapılıp güvenliğin sağlanmasını istedi. Kale kapılarının kilitli olduğu, duvarlardan tırmanarak kaleye girildiği söylendi. Daha önce 2010’da da kalenin Bizans dönemine ait mermer kitabesi çalınmış, bir evin ahırında bulunmuştu.
Yazıda adı geçen kişiler
Robert Walsh (1772-1852): İrlanda asıllı Walsh, Dublin'de okudu ve İrlanda kilisesine rahip olarak atandı. İstanbul’daki Britanya sefaretinde bulunduğu sırada (1830-1835) başrahiplik yaptı. Tıp diploması aldıktan sonra birkaç yıl doktorluk da yaptı. Ailesinin birçok ferdi gibi arkeoloji ile de ilgilendi. 1824-1825 yıllarındaki İstanbul seyahati sonrası, ilginç konular işlediği “İstanbul Manzaraları” adlı kitabını yayınladı.
Thomas Allom (1804-1872): Londra’da dünyaya geldi. Mimarlık okudu. Öğrenciliğinde katıldığı sergilerde dikkat çekti. Pek çok önemli binanın mimarlığını üstlendi. Ressamlığıyla da tanındı. İngiltere, Fransa ve Osmanlı’da manzara resimleri yaptı. Ayrıca Çin resimleri de vardır. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin bazı yerlerini dolaşan ve İstanbul’da uzun süre kalan ressam, pek çok desen yaptı ve bunlar çelik gravür olarak ünlü İngiliz hakkakları tarafından işlenip, Robert Walsh’ın yazdığı açıklamalı bir metinle birlikte 1838’de Londra’da yayımlandı. Fotoğrafın henüz bulunmadığı dönemde, İstanbul’u ve buradaki hayatı zarif bir üslupla Batı’ya tanıtan gravürler, bugün birer belge niteliğindedir.
Kaynaklar
Dildar, Bekir, Deniz Fenerleri, Finansbank Katkılarıyla, 2006.
NTV Tarih Dergisi, Temmuz 2011.
Sönmez, Osman, Fenerler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.
Walsh, Robert-Allom, Thomas, İstanbul Manzaraları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2013.
Comments