Alper Eliçin
Bugün size İnsanı Gelişim İndeksi’nde (Human Development Index-HDI) birinci sırada olan bir ülkeyi, İsviçre’yi (Türkiye 49. sırada) tanıtmaya başlayacağım. Yazının bazı yerlerinde de Türkiye ile karşılaştırma yapacağım.
Ülkenin resmi adı İsviçre Konfederasyonu, başkenti Bern. Bern 1848’de başkent olarak kabul edilmiş. Bu karar kapsamında başkent olmak için Bern ile rekabet eden Zürih’in payına, dünyanın en kaliteli teknik üniversitelerinden biri olan ETH (Eidgenössische Technische Hochschule- İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü), Lozan’a ise anayasa mahkemesi düşmüş.
Ülkenin resmi dilleri Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanca (Roma İmparatorluğu’nun resmi dili Latince’ye en yakın yaşayan dillerden biri).
Nüfusun %62’si Hıristiyan (%34.4 Katolik, %22.5 İsviçre Protestanı), %29.4’ü ateist, %5.4’ü Müslüman, %0.6’sı Hindu.
(Kaynak: geology.com)
İsviçre’nin üst ve alt meclislerden oluşan bir parlamentosu var. Devlet başkanının rolü tamamen sembolik. Yedi üyeli ve dört yılda bir parlamento tarafından seçilen Federal Konsül tarafından 12 ay için göreve getiriliyor. Genelde adını bile hatırlamak pek mümkün değil.
Üst meclis üyeleri ise 26 kanton tarafından seçiliyor, ancak atandıktan sonra kantonlardan talimat almıyorlar. Alt meclis ise 200 üyeli. Bizim Meclis’e benziyor. Seçimler dört yılda bir yapılıyor. Ancak İsviçre direk demokrasiye büyük önem verdiğinden sık sık pek çok konuda halktan belli bir oranda imza toplanması sonucunda yerel veya ülke çapında konularda referanduma gidiliyor. Örneğin, federal düzeyde çıkan bir yasaya yönelik, yüz gün içerisinde 50 bin imza toplanması halinde, yasa referanduma götürülüyor ve oylama sonucu iptal edilebiliyor. İki küçük kantonda ise, eski dönemlerde uygulandığı gibi, kent meydanında toplanan kanton halkı el kaldırarak da karar almaya devam ediyor.
İsviçre Parlamento Binası
İsviçre’nin kuruluşu 1 Ağustos 1291. Yani, genelde Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu olarak kabul gören 1299’dan bile eski. Uri, Unterwalden ve Schwyz kantonları ülkenin nüvesini teşkil ediyorlar. Zaten ülkenin adı da Schwyz Kantonu’ndan geliyor. Bu kantonun merkezinde bulunan ulusal müzede hem bu üç kantonun, hem de daha sonra konfederasyona katılan diğer kantonların birbirleriyle imzaladıkları konfederasyona katılma antlaşmalarının orijinallerini görmek olası.
Schwyz Kantonu kent merkezi
Ülke 1847’de, Protestanlarla Katolikler arasında 27 gün süren ve 100 civarında insanın öldüğü bir mini iç savaş yaşadıktan sonra, 1848’de ilk anayasasını oluşturmuş. Eskiden sadece kantonların vatandaşıyken bu anayasa ile herkes birleşik bir ülkenin, İsviçre’nin vatandaşı olmuş. Bern’de yerleşik olan merkezi hükümetin yetkileri oldukça sınırlı. Bugün hala pek çok yetki kantonlara bırakılmış durumda.
Anayasa mahkemesi üyeleri altı yıl için seçiliyor ve federal veya kantonal mahkemelerin aldığı kararların temyiz mahkemesi işlevini görüyor.
İsviçre’nin yüzölçümü 41,285 kilometrekare (Türkiye: 783,562 kilometrekare) Nüfusu 2020’de 8,740,000. (Türkiye 2023’te 86,000,000). İsviçre’de 2020 itibarıyla kilometrekareye 211.7 kişi düşüyor. 2023 rakamlarına göre Türkiye’de bu oran 109.7.
Kişi başı milli gelir 84,658 $. Bu bağlamda dünyada beşinci sırada (Türkiye: 10,618$ Dünya sıralamasında 79. sırada)
Ülkelerde gelir dağılımını belirleyen Gini katsayısı İsviçre’de 0.29 (bu endeks 1 olduğunda tüm milli gelirin tek bir kişide toplandığı, 0 olduğunda ise herkesin eşit olduğu bir toplum anlamına geliyor.) Bu bağlamda İsviçre’de oldukça sağlıklı bir gelir dağılımı var. Buna karşılık Türkiye’nin Gini katsayısı 2021’de 0.415’ti ve tarihinin en kötü oranıydı. Şimdi daha da bozulduğu tahmin edilmekte. Yani zenginle yoksul arasındaki fark bizde hızla artıyor.
İsviçre’nin resmi para birimi İsviçre Frankı ve dünyanın en güçlü para birimlerinden biri. Sağlam bir mali yapıya ve dolayısıyla merkez bankasının bağımsızlığına o kadar önem veriliyor, o kadar önem veriliyor ki, Bern’deki Birlik Meydanı’nda (Bundesplatz) İsviçre Merkez Bankası’nın kapı numarası 1, parlamento binasının ise 2...
İsviçre Merkez Bankası Bundesplatz No:1
İsviçre coğrafi olarak üçe ayrılabilir. Alp Dağları, Jura Dağları ve İsviçre Platosu. Nüfusun büyük bölümü bu platoda yaşıyor. Zürih, Cenevre ve Basel gibi büyük kentler ve ekonomik aktivitenin en yüksek olduğu yerler bu platoda.
Ülkede 1500 civarında büyüklü küçüklü göl var. En büyükleri Fransa ile paylaştığı Cenevre Gölü (Lac Leman), Almanya ve Avusturya ile paylaştığı Konstanz Gölü (Bodensee), Neuchâtel Gölü ve İtalya ile paylaştığı Maggiore Gölü. Yüksek ve yalçın görünümlü dağlar ve göller İsviçre’nin doğasının son derece güzel olmasına neden oluyor. Eğer günün birinde Güneydoğu Anadolu’da ortam sakinleşir ve huzur gelirse, Türkiye’nin bu bölgesi de İsviçre ile rekabet edebilecek.
Vierwaldstaettersee (Luzern Gölü) –Ingebohl İskelesi
16.Yüzyıl’dan beri uluslararası ilişkilerinde tarafsızlık ilkesini benimsemiş olan İsviçre 1815’ten beri de hiçbir savaşın tarafı olmamış. Ancak ciddiye alınması gereken bir silahlı kuvvetleri var. Bu sayede tarafsızlığını daha kolay koruyabiliyor. Hitler Almanyası detaylı işgal planları yapmasına rağmen bu ufak ülkeyi ele geçirmek için ciddi kuvvet ve zaman ayırması gerektiğinden, ayrıca Sovyetler ve Batı’da Fransa ve Britanya gibi çok daha önemli güçlerle mücadele etmesi gerektiğinden, bu işten vazgeçmiş. 1934 anayasasıyla yurtdışına asker göndermek yasaklanmış. Bunun tek istisnası Vatikan. Vatikan’ı sembolik de olsa koruyanlar İsviçre askerleri. Tarafsızlık ilkesi nedeniyle Birleşmiş Milletler’e bile ancak 2002’de üye olmuş. Avrupa Birliği’ne ise üye olmamış.
İsviçre silahlı kuvvetlerinin çoğunluğu 20-34 yaş arası askere çağrılan erkek vatandaşlarından oluşuyor. Kara ve hava kuvvetlerinin yanı sıra, sınırlarındaki göllerde ufak bir sahil muhafaza birimi var. Başka ülkede ikamet eden çifte vatandaşlık sahibi kişiler dışında, her erkeğin askerlik yapması mecburi. Kadınlar da gönüllü olarak görev yapabiliyor. 18 yaşından itibaren askerlik eğitimi başlıyor İsviçre’de. Her yıl 20 bin civarında vatandaş askerlik eğitimi alıyor. Eğitim gören vatandaşlar hızla mobilize olacak şekilde evlerine gönderiliyor. Bu kişiler evlerinde cephane dışında tüm askeri teçhizat ve üniformalarını evde tutuyorlar. Temel eğitim 18 hafta sürüyor. İsviçre’de her hafta sonu tren istasyonlarında yüzlerce genci üniformalı ve sırt çantalı olarak eğitime giderken görebilirsiniz. Askere alınanlar isterlerse silahlı kuvvetlerde kalıp rütbe alabiliyor.
Başta Kızıl Haç olmak üzere, Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), FIFA, UEFA, FIBA ve Birleşmiş Milletler’in bazı birimlerinin merkezi olmak üzere pek çok uluslararası organizasyonun merkezi bu ülkede. Ayrıca pek çok uluslararası anlaşma ve antlaşmalar bu ülkede görüşülüyor. Aklımıza bu bağlamda tabii hemen Montrö ve Lozan geliyor. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu da Londra ve Zürih Antlaşmaları ile gerçekleşmiş. Halen de Kıbrıs sorununun çözüm görüşmeleri İsviçre’nin değişik turistik merkezlerinde zaman zaman yapılıyor. Bir sonuç alınamıyor ama bu işten İsviçre iyi para kazanıyor.
Zürih (Foto: Britannica)
Zürih, Cenevre ve Basel dünyanın yaşam kalitesi en yüksek kentleri arasında, ama İsviçre’de de yaşam son derece pahalı. Ülke nüfusunun %85’i kentlerde yaşıyor. Ama köylerine de her türlü altyapıyı getirmeyi ve bu yerleşkeleri korumayı ihmal etmemişler.
Thun Gölü kıyısında bir köy.
Ekonomiye gelince; İsviçre dünyanın en stabil ve halkına refah üreten ekonomilerinden birine sahip. Dünyanın en düşük yolsuzluk olaylarının olduğu ülkesi. Buna karşılık finans sistemi dünyada yolsuzluğa en açık olanlardan biri. Nazi Almanyası’nın servetinden, bugün dünyanın tüm gri ve kara parasına kadar muazzam bir değer İsviçre’de saklanıyor. Offshore bankacılık ve banka hesaplarının gizliliği gibi konular kara parayı aklamak için İsviçre’yi cazip bir ülke yapıyor. Son yıllarda ABD öncülüğünde yapılan bazı baskılar bu durumu önemli oranda azaltmış olsa da, hala gidilmesi gereken epey yol var. İsviçre toplumu da bu görüşe katılıyor.
İsviçrelilerin en güven duymadıkları kurumlar ise, anketlere göre siyasi partiler. Yolsuzlukların temelinde onları görüyorlar. Ayrıca küçük bir ülke olması nedeniyle herkes birbirini iyi kötü tanıdığından ahbap-çavuş ilişkileri de yaygın. Tabii bunları Türkiye’deki durumla karşılaştırmamak lazım. Transparency International’in yolsuzluk endeksinde 2022 yılında İsviçre 7. en temiz ülke olarak yer alırken (Danimarka 1. sırada) Türkiye’nin sıralaması 86. Son yıllarda da hep daha kötüye gitmişiz.
İsviçre dünyanın en yüksek milli gelirine sahip G20 ülkeleri arasında 20. sırada. Dağlık ve doğal kaynakları olmayan bu küçük ülkenin G20’de olması büyük bir başarı. Değişik iklimlere sahip 780 bin kilometrekare toprağı, 86 milyon nüfusu ile Türkiye ise G20’nin içerisinde kalmak için çırpınıyor.
Piyasa ekonomisi, serbest ticaret, mülkiyet hakkı gibi konuları ölçen Ekonomik Özgürlük Endeksi’ne göre İsviçre 2023’te Avrupa’da ikinci sırada. Buna rağmen halkına ciddi bir sosyal devlet altyapısı sunuyor. Zaten Gini değerinin düşük olması da bu sayede. Ayrıca İsviçre dünyanın en rekabetçi ülkeleri arasında. 2019’da yayınlanan son sıralamaya göre Singapur, ABD, Hong Kong ve Hollanda’nın ardından beşinci sırada. Ancak ondan evvelki yıllar hep birinci sıradaymış. Türkiye ise 61. Sırada bulunuyor. Dünya İnovasyon Endeksi’nde ise 2019’dan beri dünya birincisi.
Ciro açısından değerlendirdiğimizde Glencore (madencilik) Nestle, Novartis, Hoffmann-La Roche, ABB, UBS (bankacılık), Swiss Re (reasürans), Swatch, Rolex gibi dev kuruluşlar İsviçre’den yönetiliyor.
İsviçre imalat sanayiinde son derece güçlü. Çeşitli kimyasallar, sağlık ve ilaç sektörü üretimleri, ölçüm aletleri, saat üretimi, müzik aletleri bunlardan sadece bazıları. Finans sektörüne ek olarak turizm de, servis sektöründe başarılı olduğu alanlardan. Servis sektörü toplam ihracatının 1/3’ü civarında.
Bu kadar serbest bir piyasa rejimine sahip olan ve küresel piyasalara açık olan İsviçre tarım ve hayvancılık konularında ise son derece içe kapalı bir ülke. Yüksek prodüktiviteye rağmen tarım ve mera alanlarının çok kısıtlı olması nedeniyle ülke çiftçisinin uluslararası rekabete dayanamayacağını gören yönetim bu sektörleri, başta yüksek gümrük duvarları olmak üzere, değişik yöntemlerle koruyor. Ayrıca çiftçilerine ciddi mali destekler sağlıyor. Bu nedenle gıda fiyatları çok yüksek ve bu tüm ekonomiyi etkiliyor.
İsviçre peynirleri başta olmak üzere tüm süt mamulleri dünya çapında tanınmış ve katma değeri yüksek marka ürünlerden oluşuyor. Tarım ve hayvancılıktaki bu koruma, tarihsel, sosyolojik nedenlere dayanan çiftçinin politik gücünden, bu sektörlerin stratejik görülmesinden, doğa ve çevreyi korumanın bir yöntemi olarak kabul edilmesinden kaynaklanıyor. Organik tarıma da büyük önem verilen ülkede marketlerde organik olmayan ürüne rastlamak hemen hemen olanaksız. Tabii bu da ek bir tarife dışı engel olarak Türkiye gibi diğer ülkelerin üreticilerinin karşısına çıkıyor.
İsviçre’de perakende başta olmak üzere pek çok sektörde yaygın bir kooperatifçilik var. İki en büyük perakendeci Coop ve Migros, iki dev kooperatif. Tüm ülkede son derece yaygınlar. Ayrıca benzincileri, bankaları vs de var.
Ülkede eğitim sistemi bizdeki gibi merkeziyetçi değil. Anayasa gereği eğitimin düzenlenmesi ve içerikleri kantonlara bırakılmış. Çoğu kantonda okul öncesi eğitim 4-5 yaşlarında başlıyor. Bazısında ücretli, bazısında ücretsiz. Ücreti karşılığı çalışan ebeveynlerin çocuklarını kreşe götürmeleri de olası. 5-6 yaşlarında ilkokul başlıyor. Yaşanılan kantonda ağırlıklı olarak kullanılan dilin yanı sıra erken yaşlarda ikinci bir dilin öğretimine başlanıyor. Öğretilen ikinci dil ülkenin bir resmi dili oluyor. Örneğin Almanca’nın geçerli olduğu bir kantondaysanız, ikinci dil genellikle Fransızca oluyor. Ancak, 2000’den sonra bazı kantonlarda İngilizce’ye de öncelik verilmeye başlanmış.
Ortaokulda öğrenciler genellikle üçe ayrılıyor. En yetenekli oldukları düşünülenler liseye devam ediyor ve Matura adı verilen bir sınavı vererek yüksek öğrenime devam edebiliyorlar. Bakalorya ve Abitur gibi oldukça zorlu bir sınav.
İlk, orta, lise ve üniversite eğitimleri ücretsiz. Ancak, isteyen paralı eğitimi de seçebiliyor. Eğitimde ezbercilik yok, öğrencilerin görerek, araştırarak, deney yaparak öğrenmesine öncelik veriliyor. İlkokul birinci sınıfta dersaneye konan bir kuluçka makinesinde civcivlerin yumurtadan çıkmasını izlemek buna bir örnek. Yumurtadan çıkma okul dışı bir saatte de söz konusu olabileceğinden, internet üzerinden gelişmeleri anlık olarak evden izlemek de olası. Aynı şekilde müzelere gittiğinizde eğitmenleriyle gelmiş pek çok sınıfa ders anlatıldığını görebiliyorsunuz. Doğa gezileri de bu eğitimin bir parçası.
Çocuklara gereksiz bilgilerin verilmemesine dikkat ediliyor. Örneğin Çin’in büyük akarsuları ezberletilmeye çalışılmıyor. Mecburi din ve ahlak eğitimi gibi zorlamalar da yok. Amaç hür fikirli, yaratıcı bireyler yetiştirmek. Endoktrinasyon yapılmaya çalışılmıyor.
Toplamda yüksek standartta 12 üniversitenin olduğu İsviçre’de, en tanınmış olanlar daha önce de belirttiğim ETH ve Zürih Üniversitesi. Temel bilimler, yönetim bilimleri, dallarında oldukça önemli başka üniversiteleri de var. İsviçre, Avustralya’dan sonra dünyada en fazla yabancı öğrencinin okuduğu ülke.
ETH (Eidgenössische Technische Hochschule- İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü)
Foto: Switzerland Global Enterprise
Küçücük İsviçre bilimde harikalar yaratmış. Bu ülkede çalışmalar yapmış bilim insanları arasında en bilineni Albert Einstein. Aslen Alman olan Einstein, 1895’te ETH sınavlarına girmiş ama başarısız olmuş. Fakat fizik ve matematik dehası olduğu fark edildiğinden, sonunda yine de üniversiteye kabul edilmiş. 1896’da Alman vatandaşlığından çıkan Einstein İsviçre vatandaşı olmuş. 20. Yüzyıl’ın başında Bern’e yerleşen Einstein relativite teorisini burada geliştirmiş ve 1921’de Nobel ödülünü kazanmış.
Einsteinhaus Bern
Foto: Pavla Šourková
Einstein dışında, İsviçre’deki bilim ortamında yetişen ve Nobel ödülü alan yedi bilim insanı, dokuz araştırma yapan organizasyon daha var. Franz Euler de en tanınmış matematikçileri. Dünyada bugüne kadar verilmiş olan Nobel ödüllerinin 114’ünü bir şekilde İsviçre ile ilişkilendirmek mümkünmüş. Yani ülke, boyuna posuna bakmayın, tam bir temel bilimler devi.
Parçacık fiziği konusunda dünyanın en önemli araştırma merkezi CERN de Cenevre yakınlarında, Fransa ve İsviçre topraklarının altında dev bir çember oluşturuyor. Tek bir atomu bile görebilen taramalı tünelleme mikroskopu (STM), dünyanın denizlerdeki en derin noktasına inebilen batiskaf bu ülkede tasarlanmış ve üretilmiş. İlaç sektöründe de valium (Diazepam) gibi pek çok buluş yapılmış. Uzay araştırmalarında da ülke önemli roller oynuyor.
İsviçre tükettiği enerjinin %56’sını hidroelektrikten, %39’unu nükleer santrallerden elde ediyor. Yani enerji üretiminde küresel ısınmaya etkisi oldukça sınırlı.
Ulaşım açısından Avrupa’nın en yoğun demiryolu ağına sahip olan İsviçre’de, pek çok dağın zirvesine kadar dişli tren teknolojisiyle ve tüneller açılarak ulaşılmış. Neredeyse tamamı elektrikli olan demiryollarıyla yılda 600 milyon yolcu taşınıyor. Dünyanın en derin ve en uzun demiryolu tüneli, 57.1 kilometrelik uzunluğuyla St Gotthard Boğazı’nın altından geçerek İtalya ile Batı Avrupa’yı en hızlı şekilde birbirine bağlıyor. Bu sayede ülkeyi transit geçen TIR trafiği yer altına alınmış. Otoyol şebekesi ise dünyanın en yaygınlarından biri. Ülkenin her yanına ve tüm komşularına demiryolu ve otoyol inşa edilmiş. Ayrıca etkin bir teleferik şebekesi ve göllerinde vapur trafiği var.
3454 metre yükseklikteki Jungfraujoch zirvesine giden dişli tren. 1896-1914 arasında inşa edilmiş
Çevreyi koruma açısından da dünyanın en başarılı ülkelerinden. Adeta tam bir baş belası olan katı çöp geri dönüştürme kuralları var. Kurallara uymayanları çöp detektifleri, attıkları çöpleri analiz ederek belirliyor ve çöpünü düzgün ayrıştırmayanlara çok ağır para cezaları veriliyor. İsviçre dünyanın en çevreci on ekonomisinden biri.
Erkeklerin %20-24’ünün, kadınların %6.5’inin esrar (marijuana) kullandığı belirlenmiş. İsviçre’nin beş kenti de Avrupa’nın en fazla kokain kullanılan kentleri arasında. Ülkenin en ciddi sorunlarından biri uyuşturucu. Kullananları cezalandırmak yerine tedavi etmeye önem veriyorlar. Ayrıca AIDS, sarılık gibi hastalıkların yayılımını önlemek için devlet bedava enjektör dağıtıyor, tedavi olanakları sağlıyor. Ek olarak bağımlılara kontrollü olarak kullandıkları uyuşturucuyu veya zararsız türevlerini vererek para bulmak için yasadışı işlere girişmelerini engellemeye çalışıyor.
Toplumun tümü özel sağlık sigortası almak zorunda. Oldukça pahalı olan bu sigorta, ülkede yaşayan herkes için geçerli. Sigorta şirketleri sağlık durumuna bağlı kalmaksızın herkesi sigortalamakla yükümlü. Hastalık ya da engel durumuna göre ayrım yapılamıyor.
Verem ve sinir hastalıkları sanatoryumlarının öncülerinden olan İsviçre’de her altı kişiden birinin sinirsel problemleri olduğu tahmin ediliyor. Sağlık hizmeti genelde yüksek standartta ve toplum verilen sağlık hizmetinin kalitesinde genelde memnun.
Çok kültürlü bir toplum olan İsviçre, edebiyat, güzel sanatlar, mimari ve müziğe önemli katkılarda bulunmuş ve bu üretkenlikleri bugün de devam ediyor. Friedrich Dürrenmatt, Max Frisch gibi Almanca edebiyatın tanınmış yazarları bu ülkeden. Fransızca edebiyat açısından da Jean-Jacques Rousseau önemli isimlerden.
Johanna Spyri’nin Heidi’sini de aramızda okumayan pek yoktur sanırım. Hikaye Chur’da yaşamış olan Heidi Schweller’in gerçek yaşam hikayesinden esinlenmiş. Ancak, İsviçre’de 1981’e kadar özellikle fakir ailelerin çocuklarının, iyi bakılamayacakları düşüncesiyle, ailelerinden zorla alınıp başka ailelere besleme olarak verilmiş, adeta köle gibi çiftliklerde çalıştırılmış olması da işin bir başka yönü. İsviçre bu utancıyla yeni yeni 2013’te yüzleşmeye başlamış. Heidi çizimlerinde kendisinin çıplak ayaklı çizilmesi de sanki bu rezaletin bir simgesi.
Çıplak ayaklı Heidi
Foto: ilarge.lisimg.com/image/11768204/842full-heidi%3A-girl-of-the-alps-photo.jpg
Heidi Schweller
Foto: Kaynak: Swissinfo.ch
En tanınmış ressamları da kübizmin babası sayılabilecek Paul Klee. Klee uzun yıllar Bern’de yaşamış. Ayrıca İsviçre’nin pek çok önemli müzik kompozitörleri ve mimarları da var.
İsviçre’de spor deyince ilk akla gelenler kayak, snowboard ve dağcılık. En çok izlenen spor dallarıysa, futbol, buz hokeyi ve tenis. Tenis deyince Roger Federer’e değinmeden olmaz. Herhalde İsviçre’nin gelmiş geçmiş en başarılı ve uluslararası düzeyde tanınan sporcusu.
İsviçre mutfağına gelince… Peynir başta olmak üzere süt ürünleri tüm dünyada tanınıyor. Ülke dışında pek bilinmese de çok kaliteli şarapları var.
İsviçre’de çikolata kültürü apayrı bir olay. Belçika ile birlikte bu konuda tüm dünyada başı çekiyor. Lindt, Nestle, Cailler, Toblerone, Frey, Laederach, Sprüngli, Milka, Suchard en tanınmış markalarından bazıları. Ayrıca onlarca, belki yüzlerce artizan çikolata üreten butik işletmeler var. Çikolata İsviçre kültürünün bir parçası…
Ancak, peynir, şarap ve çikolata dışında İsviçre mutfağının hali neredeyse içler acısı. Bizim Türk mutfağının yanına yaklaşması mümkün değil. En tanınmış yemekleri kökenleri Bern’de olan Röstli. Röstli kabaca rendelenmiş peynir, tereyağı ve patatesten oluşuyor. Sote edilerek veya tavada hafifçe kızartılarak yapılıyor. Fırınlamak da bir seçenek. Son yıllarda içine, başta karabiber olmak üzere çeşitli baharatlar, salam, elma, vs eklenerek daha leziz bir hale getirilmeye başlanmış. Bern’de kahvaltı amaçlı olarak yaratılan röstli şimdi normal yemek olarak tüketiliyor. Yanında ıspanak, küçük soğanlar ve kornişon turşusu ile sunmak da olası.
Emprovize edilmiş Rösti
Rösti daha çok Almanca konuşulan bölgelere ait bir yemek olsa da, tüm ülkede yapılıyor. Fransızlar Bern kökenli olması nedeniyle bu yemeğe “röstis bernais” adını veriyor. İsviçre’nin Fransızca ve Almanca konuşulan bölgelerini birbirinden ayıran dil sınırına da Rösti Hendeği adı da veriliyor.
Rösti Hendeği
Kaynak: https://fokus.swiss/lifestyle/reisen/auf-den-spuren-des-roestigrabens-die-schweiz-entdecken/
Ağır ateş üzerinde kaynayan erimiş peynire, özel çatallarla, ekmek, sebze veya et parçacıkları batırılarak tüketilen fondü ve yine peynirden yapılan ve patatesle servis edilen raklet de diğer bilinen yemekleri arasında.
Tüm bu yerel yemeklere ek olarak İsviçre’de dünyanın her köşesinden en kaliteli yemekleri sunan restoranlar var tabii. Aynı şekilde dünyanın her köşesinden gelen ürünlerle bu yemekleri evlerde de hazırlamak mümkün.
Yazımı Wilhelm Tell ile bitirmek istiyorum. Wilhelm Tell, çoğumuzun çocukluğunda okuduğu, aynı adlı kitapta geçen ‘İsviçreli’ bir halk kahramanı. Uri Kanton’undan. Anlatıya göre Tatar yayı kullanan Tell, İsviçre’nin Avusturya’ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesine katılmış. Avusturya imparatorunun İsviçre’ye atadığı valinin bir meydana astırdığı şapkasını selamlamadığı için idama mahkum olmuş. İdamdan kurtulması için ise oğlunun başına konan bir elmayı uzak bir mesafeden ok ile vurması şartı getirilmiş ve Wilhelm Tell bunu başarmış. Hikaye aslında oldukça uzun ve heyecanla okunuyor.
İsviçre bu efsaneyi iyice sahiplenmiş. Dünyaya sempatik görünmek ve turizmden para kazanmak için başarıyla kullanıyor. Ülkede Wilhelm Tell anıtları, adına, ülkeyi kuran ilk üç kantonu birbirine bağlayan, dağları, ormanları aşan yürüyüş yolları var.
Ancak, daha önce de belirttiğim gibi ülkeye adını veren Schwyz Kantonu’na gittiğimde, gerçekle karşılaştım. Aslında Willhelm Tell diye bir İsviçreli yok. Tell’in büyük olasılıkla Kuzey Avrupa’da, Danimarka’da yaşayan bir halk kahramanı olduğu sanılıyor. Bluetooth isimli bir Danimarka kralına isyan etmiş. İsviçre folkloruna sonradan adapte edilmiş.
Sonuçta gerek Heidi, gerekse Wilhelm Tell gerçekleri anlatmayan hikayeler…
Alper Eliçin
コメント