Osmanlı Devleti’nin dış borçları ve alınması gereken dersler
Yazan: Erol Kuntsal
Dış borçların gündemde olduğu bir dönemdeyiz. İktisatçılar konuyu iktisadi yönden tartışıyorlar. Ben bu yazımda konuyu hem iktisadi hem de tarihi açıdan ele alacağım.
Geçmişte olanları bilmek ve ders almak, gelecekte uygulanacak politikaları belirlemek bakımından önemlidir. W. Churchill (1874-1965), “Ne kadar geriye bakarsanız, o kadar ileriyi görebilirsiniz” diyerek geçmişten ders almanın önemini vurgulamıştır.
Osmanlı Devleti, 1699 Karlofça Antlaşması ile başlayan siyasi ve askeri gerilemesine rağmen, 1800’lü yılların ilk yarısına kadar kesinlikle dış borç almamıştı ve bu konuda son derece titiz davranmıştı. 18. yüzyıla gelinceye kadar Batı Avrupa ülkeleri ile aynı düzeyde ve iyi örgütlenmiş bir yapıya sahipti. İlk mali örgütlenme kanunları Sultan I. Murat (1360-1389) döneminde yapılmıştı. Ekonomik anlamda verilen tek taviz Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlayan kapitülasyonlar olmuştu ve zamanla problemler yaratmıştı.
1800’lü yılların ikinci yarısı Osmanlı Devleti’nin en zor yıllarıdır. Sanayi devriminin gerisinde ve hatta tamamen dışında kalınca çöküş hızlanmış ve ayakta kalmak için borç almaktan başka çare kalmamıştı.
16 Ağustos 1838’de, İngiltere’ye büyük ticari ayrıcalıklar tanıyan ve iç ticaretin dış rekabet karşısında korunmasını önleyen “Baltalimanı Ticaret Anlaşması‟ imzalanmıştı. Anlaşma, Boğazda bugün İstanbul Üniversitesi sosyal tesisi olarak kullanılan, o tarihte Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa’nın konağı olan binada, Paşa ile İngiltere Büyükelçisi Ponsonby tarafından imzalanmıştı. Ardından aynı yıl Fransa ile, daha sonra diğer Avrupa devletleri ile benzer anlaşmalar imzalanmıştı. Anlaşmalar, yabancı ülke mallarının ülkeye serbestçe girişine sınırları açmış, kapitülasyon sistemini sağlamlaştırmıştı.
Baltalimanı Anlaşması’nın imzalandığı 1838’de Osmanlı İmparatorluğu’nun dış borcu yoktu. Gümrüklerin bu anlaşma ile %13’den %3’e indirilmesi döviz sıkıntısına, dış ödemelerde güçlüklere ve paranın değerinin düşmesine yol açmıştı.
Şimdi isterseniz, 3 Kasım 1839’da başlayan, 25 Mayıs 1954’de biten ve 115 yıl süren döneme kısa bir yolculuk yapalım, Osmanlı Devleti döneminde başlayan ve etkileri Cumhuriyet’in ilk 31 yılı boyunca da devam eden konu ile ilgili siyasi ve iktisadi olayları mümkün olduğu kadar özetleyelim.
1800’lü yılların ikinci yarısında büyük sıkıntı içinde olan ve çıkış yolları arayan Osmanlı Devleti’nin gündemde, özellikle idari ve mali konuları kapsayan önemli konular ve dönemler vardı.
(1) Tanzimat dönemi (3 Kasım 1839-23 Aralık 1876)
3 Kasım 1839 günü Topkapı Sarayı’nın yanındaki Gülhane bahçesinde okunup açıklanan Gülhane Hattı Hümayunu’nun, diğer adı ile Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesi ile başlayan bu dönem 23 Aralık 1876’da I. Meşrutiyet’in ilanına kadar devam etti. Düzenleme anlamına gelen tanzim kelimesinin çoğulu olan bu kelime, ıslahat hareketini simgeliyordu. Ferman, anayasal gelişmemizin başlangıcı ve hukuk devleti olma yolunda atılan ilk ciddi adım olarak değerlendirilir. Tanzimat, bu konuda devrimler yapılan değil, devrimlerin hazırlandığı bir harekettir. Toplumun bir kesimi bu fermanın gereksiz olduğunu savunmuştu.
Tanzimat’ın iki esas amacı vardı: (1) Sırp ve özellikle Yunan ayaklanmaları sonucu devleti temelden sarsan milliyetçi fikirleri önlemekti. Bir Osmanlı milleti oluşturmak fikri bu endişeden kaynaklandı. (2) Merkezi otoriteyi hakim kılmaktı. Mali konularda ıslahat yapmak, vergi adaletini sağlamak ve rüşveti ortadan kaldırmak gibi hedefler de güdülüyordu.
Tanzimat Fermanı’nın ana başlıkları şunlardı: (1) Tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliği sağlanacak. (2) Yargılamada açıklık sağlanacak. Hiç kimse yargılanmadan idam edilemeyecek. (3) Vergide adalet olacak. (4) Erkeklerin 10 yıl askerlik yapması zorunlu olacak. (5) Rüşvet ortadan kaldırılacak. (6) Herkesin mal ve mülke sahip olması, bunu miras olarak bırakabilmesi sağlanacak. Bu madde ile özel mülkiyet güvence altına alınacak ve müsadere kaldırılacaktı. Ferman'da kavram olarak bütçeden söz edilmemekle birlikte devlet giderlerinin sınırlandırılması, bütçe fikri ve gerekliliği ifade edilmişti.
Fermanda verilen bütün sözler yerine getirilememesine rağmen bu çabalar çağdaşlaşmaya ve cumhuriyet fikrine önayak olmuştur.
Dönemin padişahı, o sırada 17 yaşında olan Abdülmecit (1823-1861) (saltanatı 1839-1861), iyi bir eğitim görmüştü, babası II. Mahmut’un yenilik fikirlerini benimsemişti ama babasının sert mizacına sahip değildi.
Tanzimat’ın liderleri ise Mustafa Reşit Paşa, Mehmet Emin Âlî Paşa ve Keçecizade Dr. Büyük Mehmet Fuat Paşa idi.
Bazı tarihçiler, medrese bilgini Ahmet Cevdet Paşa’yı da bu kadroya ekliyorlar. Ahmet Cevdet Paşa, Bebek semtindeki bir yalıda oturmuş, adı o caddeye verilmişti. Caddenin bugünkü adı da aynıdır.
Islahatçı Paşa’lar, hariciye kariyerleri boyunca uzun yıllarını yurt dışında geçirmişlerdi ve çağdaş fikir akımlarını incelemişlerdi. İdari, mali ve hukuk sistemleri ile laikleşmede ve ordunun yeniden yapılandırılmasında Avrupa’yı kendine örnek almışlardı.
Mustafa Reşit Paşa (1800–1858)
Gülhane Hattı Hümayunu’nun öncüsü ve metni Gülhane’de okuyarak ilan eden Mustafa Reşit Paşa, II. Mahmut tarafından 1834’te 34 yaşındayken ilk Fransa Elçisi olarak Fransa’ya, 1836’da Londra Büyükelçiliği’ne atanmış, kendine güveni, canlılığı, zekâsı ve rahat hareketleriyle büyük ilgi toplamıştı. 1837’de Hariciye Nazırı olarak İstanbul’a dönmüş, 1846–1858 yılları arasında altı defa Sadrazamlığa getirilmiş, 58 yaşında ölmüştü. Emirgan’da oturmuş ve Emirgan’daki Reşit Paşa semtine onun adı verilmişti. Galata bankerlerinden Banker Kamondo’yu en iyi tanıyan ve onunla bireysel ilişkisi de bulunan kişilerdendi.
İkinci nesil diyebileceğimiz Mehmet Emin Âlî Paşa’yı ve Keçecizade Dr. Büyük Mehmet Fuat Paşa’yı, Mustafa Reşit Paşa bizzat kendisi eğitmişti. Ancak usta ile çırakların yolları Kırım Savaşı’ndan sonra ayrılmış, Mustafa Reşit Paşa İngilizlere, diğer iki paşa Fransızlara yakın olmuşlardı.
Mehmet Emin Âlî Paşa (1815–1871)
Tanzimat hareketinin ikinci önemli kişisi Mehmet Emin Âlî Paşa, II. Mahmut’un kızı Adile Sultan ile (1826-1899) evlenmiş, Saray’a damat olmuş ve bir süre İzmir valiliği yapmıştı. Tanzimat döneminin en önemli devlet adamlarından biriydi. 25 yaşında Londra sefiri ve hariciye müsteşarı oldu. İzmir valisi olmadan ilk sadrazamlığını yapmıştı ve ileride dört kere daha sadrazam olacaktı. Ayrıca 1844-1871 yılları arasında dokuz kere hariciye nazırlığı yapmıştı.
Mustafa Reşit Paşa, Kanunî Sultan Süleyman'dan sonra gelen Türk devlet adamları arasında, en mükemmel ekibi oluşturmuş, her sahada en yetenekli kişileri bularak himaye etmiş ve yetiştirmişti. Yetiştirdiklerinin en büyüğü ise Mehmet Emin Âlî Paşa’dır.
İnanılmayacak derecede mütevazi bir aileden gelen Paşa, bir kapıcının oğluydu.
Ondan sonra Osmanlı Devleti, o çapta bir devlet adamı görmedi. Ona yaklaşacak derecede başarı kazanan bile yoktu.
Paşa, Avrupa'nın en tanınmış diplomatıydı. Yazdığı notalar, diplomasi örnekleridir. Paris'in siyasal bilgiler fakültesi olan Sciences Politiques'te örnek olarak okutulmuştur. Bütün notalarını Fransızca kaleme almıştı, zira Osmanlı hariciyesi dış yazışmalarında Fransızca kullanırdı. III. Napolyon "Âlî Paşa gibi bir hariciye nazırı bulabilseydim" demiştir. Kapitülasyonları kaldırmak için de teşebbüse geçti fakat sonu gelmedi.
Paşa, borçlanmanın nereden ve nasıl yapılacağına karar verdi, Kırım Savaşı ile bozulan mali durumu düzeltmek istedi, Saray giderlerinin azaltılmasını istediği için Sadrazamlıktan azledildi. 56 yaşında veremden öldü ve Süleymaniye Camii bahçesine gömüldü.
Fransa’nın Avusturya Sefiri Hubner, 1856 Paris Kongresinde Paşa ile tanıştıktan sonra, “Beni en fazla etkileyen kişi Sadrazam Âlî Paşa oldu, karşımızdaki adam ülkesinin ölmeden önce otopsiye yatırılışını izleyen büyük bir vatanseverdi” demişti.
Keçecizade Dr. Büyük Mehmet Fuat Paşa (1815–1869)
Tanzimat’ın üçüncü lideri olan Paşa, tıp öğrenimi görmüş, zeki, nüktedan bir kişiydi. Tıp fakültesi mezunu bir hekim olmakla beraber, bu meslekte kalmadı ve diplomat oldu. Avrupa'da, geçen asrın en büyük diplomatlarından biri olarak tanındı. Fevkalade zekası ve nükteleri, popüler bir kişi olarak tanınmasını sağladı. Yaklaşık 10 yıl Hariciye Nazırlığı yaptı. Sarıyer’deki büyük ve gösterişli yalısı bugün otel olarak kullanılmaktadır.
Tanzimat döneminin kısa bir değerlendirmesi
Âlî ve Fuat Paşa’lar son derece etkin bir ikili oluşturmuş, ikili yönetim 1852’de Âlî Paşa’nın Sadrazam, Fuat Paşa’nın Hariciye Nazırı olması ile başlamış, Osmanlı siyasetine ve maliyesine yön vermişlerdi. Yaşça akran ve yakın arkadaş olup şaşırtıcı derecede mükemmel bir ahenk içinde çalıştılar. Biri sadrazam olduğu zaman diğeri hariciyeye geçti. Hariciye nazırlığı Tanzimat döneminde sadaret (başbakanlık) makamından sonra ikinci önemli makamdı.
Osmanlı Devleti Tanzimat’la birlikte merkezi yönetime yöneldi, maliyesine düzen vermeye girişti, ancak giderleri her zaman gelirlerin üzerinde kaldı. Bu nedenle de Kırım Savaşı ile birlikte sık sık Batı’dan borçlanma gereği duydu. Bu sarmal borçlanma süreci devleti israfa sürükledi ve ardından Batı’nın mali denetimi geldi.
(2) Kırım Savaşı dönemi (4 Ekim 1853-30 Mart 1856)
1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya’ya, Osmanlı’nın Ortodoks tebaasının koruyuculuğunun verilmesiyle başlayan Rus-İngiliz rekabeti, araya Fransızların da girmesiyle, Kırım Savaşı’nı başlattı.
Kırım Savaşı, aslında bir Osmanlı-Rus savaşıdır. Birleşik Krallık ve Fransa, Osmanlı tarafında savaşa katıldı ve Avrupalı devletlerin Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak amacıyla verdiği bir savaş halini aldı. Aslında olay Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması sorunudur. Osmanlı’nın Ruslara karşı kazandığı bir zafer ve Avrupa’nın büyük devletleri arasına katan bir olay olarak takdim edilen savaş, aslında mali ve fiili çöküşün başlamasına yol açtı.
1828 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, Rusya’ya çok ciddi bir maddi tazminat ödemek zorunda kalınmış, bunu fırsat bilen İngiliz ve Fransız sermayedarlar, Osmanlı’yı borçlandırmak için özel bir gayret sarf etmişlerdi. Osmanlı buna direnmiş, ancak Kırım Savaşı sonunda ilk defa 1854’te 2,57 milyon Osmanlı lirası borçlanmak zorunda kalmıştı.
Kırım Harbi’nin maliyeye getirdiği yük sebebiyle Mustafa Reşit Paşa’nın sadrazamlığı sırasında 1854’de ilk defa dış borçlanma yapılarak devletin bazı gelirleri karşılık gösterilmek suretiyle İngiltere ve Fransa’dan borç alındı. Bu yetmeyince 1855’te 5,64 milyon Osmanlı lirası daha borçlandı ve dış borç sarmalı başladı.
Artık borcu borç ile ödemekten başka çare kalmamıştı. Dış borç bulunamadığı zaman, Galata bankerlerinden ağır şartlarla borç alınmaya başlandı. Bosna ve Hersek isyanı, hazineyi daha da zora soktu.
(3) Borçlanmanın başlaması ve Galata Bankerleri dönemi
Galata bankerleri, İstanbul'un Galata semtindeki Komisyon Han ve Havyar Han adlı iki handa faiz karşılığında para veren, azınlıklardan oluşan bir gruptu. İstanbul’da toplandıkları caddenin eski adı Voyvoda Caddesi’ydi, şimdiki adı Bankalar Caddesi’dir. Bu caddedeki ihtişamlı yapıların pek çoğu Galata bankerleri tarafından yaptırılmıştır. Bölge, paraya ihtiyacı olanların uğrak yeriydi.
Galata semti, Bizans döneminde de tüccarların ve bankerlerin merkezi olan bir semtti. Osmanlı İmparatorluğu ticari hayatı canlandırmak için İstanbul’un fethinden sonra şehri terk eden Rum, Venedikli ve Cenevizli tüccar ve bankacıların tekrar işlerine dönmelerini teşvik etmiş, cemaat teşkilatı kurmalarına, örf, adet ve dinlerini istedikleri gibi uygulamalarına ve iktisadi faaliyetlerine de serbestçe devam etmelerine izin vermişti.
Bu serbestlik daha sonraları Osmanlı İmparatorluğu'nun mali yönden güçlenmesine katkıda bulunmalarını sağlamıştı. İmparatorluğun yükseliş döneminde, hazinenin kısa dönemli açıklarını kapatmak ve borç vermeden hükûmete yardımcı olmak gibi işler yapmışlardı.
Kökenleri farklı olan Galata bankerlerinin en bilinenleri şunlardı: (1) Levanten bankerler (İstanbul’da ikamet eden, Venedik ve Cenova kökenli bankerler): Lorando, Tubini, Baltazzi, Corpu, Stefanoviç, Shilizzi, Negroponte, Coronio ve Alberti. (2) Yahudi bankerler: Kamondo ve Fernandez. (3) Rum bankerler: Mavrogordato, Zarifi, Zafiropulo, Bogos ve Tıngıroğlu. (4) Ermeni bankerler: Köçeoğlu ve Mısıroğlu.
Kamondo ailesi Osmanlı’da mülk edinme imtiyazı elde eden ilk gayrı Müslim ailedir.
Bu ailelerin çoğu Osmanlı Devleti ayakta kaldığı sürece Galata’da varlıklarını sürdürmüşlerdi. Çok zenginleşmişler, 1871-1881 döneminde en parlak dönemlerini yaşamışlardı.
Osmanlı Devleti’nin dış borçlanması 1829 yılında Galata bankerlerinden alınan yabancı paralar ile başlamıştı. Borçlanmanın boyutları onları aşınca yabancı bankaların Osmanlı’da yeni banka ve şube açmaları dönemi başlamış, daha sonra daha büyük ve daha yüksek faizli borçlar alınmıştı.
Prof. Haydar Kazgan’ın ifadesi ile “Tanzimat’a kadar sadece Padişah ve Saray ile işbirliği halinde olan bankerler, 19. asrın ikinci yarısına doğru daha çok vekil ve valilerle birlikte çalışmaya başlamışlardır.”
Tanzimat ile birlikte kurulan yeni devlet düzeni, Padişahın ve sarayın birçok yetkilerini kullanma olanağını bazı yüksek kademe devlet memurlarına devretmişti. Bunun üzerine Galata Bankerleri bu memurlarla yakın çalışmaya başlamışlardı. Hatta bankerler, vekilleri ve valileri paylaşmışlardı. Özellikle valiler bu mevkii saraya ve üst kademe memurlara büyük paralar vererek ele geçirdiklerinden bankerlere borçlanırlar ve sonra vali olunca iltizam usulü ile (özel bir şahsın devlete ait herhangi bir vergi gelirini toplamayı belirli bir yıllık bedel karşılığında üzerine alması), topladıkları vergiler ile borçlarını ödemeye çalışırlardı.
Valilerin bankerlerle olan işbirliği kısa zamanda İstanbul’daki tüketim hayatının taşraya da yayılmasına yol açmıştı. Zenginleşen azınlıklar, vali ve mutasarrıflar gelenekleri içinde yaşayan Anadolu kentlerinde ufak bir azınlık için bile olsa bir tüketim toplumu oluşturmuşlardı.
Tanzimat döneminde Abdülmecit köprü, liman, vapur, demiryolu, fabrika, sulama ve gübreleme konuları ile ilgilenmişti. Fakat kendi de dahil olmak üzere saray ve çevresi tüketim alışkanlığı içindeydi ve alınan dış borçların uygulama ile hiçbir ilişkisi kalmamıştı. Konuları bilenler durumdan hiç memnun değildi.
Memnun olanlar, bazı kişileri kısa bir zaman için yüksek faizle rüya alemine daldıran Galata bankerleriydi.
Bu dönemde her yıl borçlanma alışkanlık haline gelmiş, bazı yıllarda birkaç kez borçlanılmış,borç bulma ve borçlanabilme adeta bir başarı ve yetenek göstergesi olarak algılanmış,Sadrazamların başarıları neredeyse dışarıdan borç bulabilmeleri ile ölçülür olmuştu.
(4) Düyun-u Umumiye dönemi
Düyun-u Umumiye sözcüğü "Genel Borçlar" anlamına gelir. Osmanlı İmparatorluğu, 1865’te borçların faizini ödeyemez duruma düştü, II. Abdülhamit döneminde 20 Aralık 1881 günü, 1881-1923 yılları arasında İmparatorluğun iç ve dış borçlarını denetleyen Düyun-u Umumiye kararnamesi ilan edildi ve Osmanlı’nın bütün gelirlerine borç verenler tarafından el konuldu.
Düyun-u Umumiye, kurulduğu yıldan itibaren Osmanlı Devleti'nin ekonomik ve mali yaşamı üzerinde etkili bir rol oynadı. Osmanlı bürokratları, mali disiplini bu sayede öğrendiler. Maalesef, muhasebe ve bütçe tekniklerinin asrın ihtiyaçlarına göre geliştirilmesi, gelir ve giderlerin kaydı, verginin doğru olarak tahakkuku ile alacakların tahsili ve takibindeki işlemlerin iyileştirilmesi gibi yeniliklerin öğretildiği kurum, bu kurum olmuştur.
1882 yılında çalışmaya başlayan Düyun-u Umumiye’nin idare meclisi, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya-Macaristan gibi alacaklı ülkelerin beş temsilcisiyle, Osmanlı alacaklıları ve Galata bankerlerinin iki temsilcisi olmak üzere, yedi kişiden oluşuyordu.
İdare binası bugünkü İstanbul Lisesi (önceki adı ile İstanbul Erkek Lisesi) binasıydı. Düyun-u Umumiye İdaresi gelirleri toplayarak iç ve dış borçları alacaklılara ödemeye başladı. Osmanlı maliyesi üzerinde tam bir denetim kurdu. Bu uygulamaları tarihçiler ikinci bir Maliye Bakanlığı olarak dünyada benzeri az görülebilecek bir uygulama olarak nitelendirmekteler.
Düyun-u Umumiye İdaresi, Osmanlı İmparatorluğu’nun bağımsız bir devlet olarak maliyesini yönetme, vergi koyma veya kaldırma, vergi oranlarını değiştirme gibi hükümranlık haklarının bir bölümünü elinden almış oldu. Vergileri toplamakla kalmadı, bir süre sonra sanayi ve ticaret alanında yatırımlara başladı. 1912 yılı itibariyle Maliye Bakanlığında 5500 memur görev yaparken, Düyun-u Umumiye İdaresi’nde 9000 memur çalışıyor, Osmanlı İmparatorluğu’nun gelirlerinin yaklaşık üçte biri bu idarece tahsil ediliyordu.
Osmanlı Devleti 1854’de dış borçlanmalara başlamış ve 1874’e kadar 15 ayrı dış borçlanma yapılmıştı. Bu dönem içinde 239 milyon lira borçlanıldığı halde, eline yalnızca 127 milyon lira geçmişti.
İlk dış borçlanma, Kırım Savaşı’nın maliyetlerini karşılamak için gerçekleştirdi. Ancak mali durumu düzelmeyen devlet, savaştan sonra da borçlanmayı alışkanlık haline getirerek, yaşadığı her ekonomik sıkıntıda dış borç almaya başladı. Bu borçların verimli kullanılamaması sonucu, kısa sürede, değil borçlar, faizleri bile ödenemez hale gelindi. 1874'te devlet mali iflasın eşiğine geldi ve bir kararname çıkardı. Bu kararnamede, Osmanlı Devleti vadesi gelen borç taksitinin ancak yarısını ödeyeceğini açıkladı ve bir çeşit moratoryum (borçlunun borcunu ödeyemeyecek durumda olduğunu bildirerek, alacaklıya ödeme planı önermesi) ilan etti. Ancak bu söz de yerine getirilemedi. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Osmanlı yönetimi yeni bir mali bunalıma sürüklendi ve Osmanlı Bankası ile Galata Bankerlerinden aldığı iç borçlarını da ödeyemeyeceğini açıkladı.
Düyun-u Umumiye'nin son bulması ve kalan borcun ödenmesi
1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla Osmanlı Devleti’nin varlığı sona erdi. 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşması ile de Osmanlı Devleti’ni yarı-sömürge seviyesine indiren bu kurumun vergi gelirlerini denetlemesi son buldu.
Dış borçlar, Osmanlı Devleti çöktükten sonra, Osmanlı topraklarında kurulan devletler arasında paylaştırıldı ve en büyük borç yükü Türkiye Cumhuriyeti’ne verildi. 1925 yılında Osmanlı borçlarının %67’sinin Türkiye Cumhuriyeti tarafından ödenmesi kararlaştırıldı. Türkiye'nin payına düşen 107,5 milyon altın Osmanlı lirası tutarındaki borcun ödenmesi için Düyun-u Umumiye İdaresi ile 13 Haziran 1928 tarihinde Paris'te bir anlaşma imzalandı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 1929 yılındaki Genel Bütçe harcamaları 213 milyon lira, o yıl ödediği ilk borç taksiti 14,5 milyon liraydı ve bütçenin %7’sini teşkil ediyordu. Savaştan yeni çıkmış ve yeni kurulmuş bir ülkenin bu büyüklükte bir borcu ödemesi önemli bir olaydır.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti borcunun son taksitini, ilk dış borcun alınmasından tam yüzyıl sonra, 25 Mayıs 1954'te ödedi.
Cumhuriyetin ilk kuşaklarının dış borçlanmadan uzak durmasının en önemli nedeni 1954 yılına kadar ödemesi sürmüş olan Düyun-u Umumiye borçlarıdır.
Sonuç
3 Kasım 1839 - 25 Mayıs 1954 arasındaki yolculuğumuz burada sona eriyor.
Osmanlı Devleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 1854–1954 arasındaki tam 100 yılı, dış borçların baskısı altında geçti. 1865’e kadar Osmanlı Devleti’nin düzgün ve sistemli bir bütçesi yoktu. Osmanlı Maliyesinde ciddi muhasebe teknikleri, maalesef Düyun-u Umumiye’den sonra uygulanmaya başladı.
Borçlar tasfiye edilirken evraklar da imha edildi. Bugün Düyun-u Umumiye ile ilgili çok az evrak bulunmaktadır. Tarih Vakfı Yurt Yayınları bulunabilen evrakları toplu halde yayınlamıştır.
Osmanlı’nın bu dönemini çok iyi bilmeli, Düyun-u Umumiye'nin ne olduğunu arada bir hatırlamalı ve işimize yarayacak dersler almalıyız.
Kaynaklar
Afyoncu, Erhan, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, Yeditepe Yayınları, 2012.
İnalcık, Halil, Seyitdanlıoğlu, Mehmet (Yayına hazırlayanlar), Tanzimat, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.
Kazgan, Haydar, Galata Bankerleri Cilt 1-2, Orion Yayınları, 2005.
Kazgan, Gülten, Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006.
Ortaylı, İlber, Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, Cedit Neşriyat, 2008.
Özdemir, Biltekin, Osmanlı Devleti Dış Borçları, Ankara Ticaret Odası Yayını, 2009.
Öztuna, Yılmaz, Âlî Paşa, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Türk Büyükleri Serisi, 1988.
Öztuna, Yılmaz, Keçecizade Mehmed Fuad Paşa, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Türk Büyükleri Serisi, 1988.
Pamuk, Şevket, Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi 1500-1914, İletişim Yayınları, 2007.
Sağlam, Mehmet Hakan, Osmanlı Borç Yönetimi, Cilt 1-2-3-4, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2014.
Sakaoğlu, Necdet, Bu Mülkün Sultanları, Oğlak Yayıncılık, 2006.
Topuz, Hıfzı, Abdülmecit, Remzi Kitabevi, 2009.
Fotoğraflar
31. Osmanlı Sultanı Abdülmecit (1823-1861) (Saltanatı 1839-1861)
Mustafa Reşit Paşa (1800-1858)
Mehmet Emin Âlî Paşa (1815-1871)
Keçecizade Dr. Büyük Mehmet Fuat Paşa (1815-1869)
Fermanı’nın orijinal metni. 3 Kasım 1839 günü Topkapı Sarayı’nın müştemilatı içinde kalan Gülhane bahçesindeki meydanda, saray erkanı, ulema mensupları, şeyhler, memur ve subaylar, lonca başkanları, memur ve subaylar, Rum ve Ermeni Patrikleri, Hahambaşı, sefaret temsilcileri davete icabet edip kendilerine gösterilen yerlere geçtiler. Fransa Kralı Louis Philippe’nin İstanbul’da bulunan oğlu Prens Joinville de davetliler arasındaydı. Meraklı halktan birçok kimse de bu törene şahit olmak için yerini almıştı. Meydana hakim bir yere yüksekçe bir kürsü kurulmuş, Sultan Abdülmecit de Gülhane’deki kasra inmişti. Bu gibi önemli olaylarda takip edilen usule uygun olarak müneccimbaşı eşref saatin geldiğini bildirince toplar atılmaya başlandı. Sultan Abdülmecit, Mustafa Reşit Paşa’ya kırmızı atlastan yapılmış bir kese gönderdi. Paşa kürsüye çıktı, keseyi öpüp başına koyduktan sonra dikkatle açtı. İçinden çıkan hatt-ı hümayunu tekrar öpüp başına koydu. Kalabalığı süzdükten sonra, yüksek sesle hattı okumaya başladı. Böylece bir devre adını veren Gülhane Hatt-ı Hümayunu ilan edilmiş oldu. Ferman metni atlas kesesine konulup, Hırka-i Şerif Dairesi’ne kaldırıldı.
İstanbul’un Cağaloğlu semtindeki Düyun-u Umumiye Binası'nın ana kapısı. 1897’de Fransız kökenli Levanten mimar Alexandre Vallaury tarafından Cağaloğlu’nda Türk Ocağı Caddesi üzerinde inşa edilmiştir. Bina 1933’de Atatürk'ün emri ile İstanbul Erkek Lisesi’nin kullanımına verilmiştir. Bugünkü adı ile İstanbul Lisesi bu binada eğitim vermeyi sürdürmektedir
Galata Bankerlerinden Banker Abraham Salomon de Kamondo (1781-1873). İstanbul’da, Okmeydanı semtinden çevre yolunu takip ederek Haliç köprüsüne giderken, köprüye 500 metre kala bir üst geçit vardır. Biraz dikkat ederseniz, bu geçidin hemen sağ yanında özenle yapıldığı anlaşılan bir anıt-mezar görürsünüz. Bu anıt-mezarda, dönemin ünlü Galata bankeri Abraham Salomon de Kamondo yatmaktadır.
Osmanlı Borçları için 1933'te çıkarılan yeni tahvillerden biri.
Comments